Boal'ın biyografisine ilişkin olarak neler söylemek istersiniz. Köşe taşları nelerdi bu biyografide?
Augusto Boal, 1931 doğumlu Brezilyalı bir tiyatro insanı. Aslında Ezilenler Tiyatrosu ile bir bütün. Boal, Latin Amerika'da, işçileri ayaklandırmak, ajite etmek üzerine, politik propaganda tiyatrosu yaparken, bir gün seyircilerden biri diyor ki; "Tamam, siz tam benim hayatımı yaptınız, ama keşke şu karakter şöyle olsaydı," ve ondan sonra Boal Ezilenler Tiyatrosu'nun yapı taşlarını kurmaya başlıyor.
"Evet aslında biz seyirciyi provoke etmek istiyoruz, ajite etmek istiyoruz, ama onların hiçbir eylemine izin vermiyoruz. Var olan şey bir monolog" diyor. Bu şekilde başlayan bir serüveni var. Seyircinin tiyatrosunu, gerçek seyircinin tiyatrosunu oluşturmaya çalışıyor. Yani seyredilen bir tiyatro değil de gerçekten seyircinin oynadığı, eylemlediği, değiştirebildiği ve dönüştürebildiği bir tiyatro yöntemine başlıyor. Tabii ki Latin Amerika'da o dönem bu çok iyi olmuyor ve tepkilerle karşılaşıyor. Tutuklanıyor, işkence görüyor -ki bu onun hayatında en önemli noktalardan biri. Çeşitli yerlere gitmek zorunda kalıyor; Şili'ye Arjantin'e... Ve daha sonra Latin Amerika'dan sürülüyor diyebiliriz. Buna "sürgün" diyorum, çünkü kişisel bir isteği değil. Uzun yıllar Avrupa'da yaşıyor. Özellikle Fransa'da.
Batı'ya geldiğinde iş farklı. Çünkü ezilme, baskı, Batılı insanlar için daha farklı bir kavram. Böylece yeni yöntemler geliştirmeye başlıyor Ezilenler Tiyatrosu içinde. Daha sonra da yasağı kalktığı zaman, 90'lara doğru Brezilya'ya geri dönüyor, İşçi Partisi'nden şehir meclis üyesi oluyor. Orada "Yasama Tiyatrosu" yapmaya başlıyor. Bu da çok ilginç bir; tıpkı Ezilenlerin Tiyatrosu yöntemleriyle mahallelerde çalışarak ve insanların sorunlarını öğreniyor, sonra o sorunlara yine halkla beraber getirdikleri çözüm önerilerini bir avukatın yardımı ile hukuk diline çevirip yasalaştırtıyor. Çok demokratik bir yöntemi var. Bunları şehir meclisi üyelerine sunuyor. Şehir meclisi üyeleri tarafından Boal'ın yöntemleriyle çıkartılan on sekiz yasa var. Şu anda da Toronto'da sanırım yirmiye yakın yasa çıktı bu yöntemle.
Peki Ezilenlerin Tiyatrosu kuramını birazcık daha derinleştirerek ne anlatmak istersiniz dinleyicilerimize?
Ben biraz da onu yaşatmak adına, Boal'ın sözlerinden aktarayım; "Seyircinin tiyatrosu" diye bir kavramı var. Zaten tiyatro seyirciler için yapılır. Tiyatronun iki elementi vardır; oyuncu ve seyirci. Diğerleri, yönetmen, dramaturg olmasa da olur, ama seyirci ve oyuncu olmadığı sürece olmaz.
Ama çoğunlukla bir monolog var tiyatroda, yani yalnızca oyuncular seyirciye tek yönlü birşey sunar. "Bu bir monolog sistemi," diyor Boal ve bunu diyaloga çevirmenin yollarını arıyor. Diyalogun olmadığı yerde her zaman baskının, ezilmenin gelişmeye başladığını söylüyor. Seyircinin oyunu değiştirme gücü olabileceğini kanıtlamak istiyor. Augusto Boal
Ama çoğunlukla bir monolog var tiyatroda, yani yalnızca oyuncular seyirciye tek yönlü birşey sunar. "Bu bir monolog sistemi," diyor Boal ve bunu diyaloga çevirmenin yollarını arıyor. Diyalogun olmadığı yerde her zaman baskının, ezilmenin gelişmeye başladığını söylüyor. Seyircinin oyunu değiştirme gücü olabileceğini kanıtlamak istiyor. Seyircinin oyundaki ezilen karakterin yerine geçip stratejiler üretmesini, çözüm üretmesini sağlamak istiyor. Bu inanılmaz bir yöntem. Çünkü seyircinin teslimiyet duygusuna karşı eylemliliği teşvik ediyor ve çözüm üretmesini sağlıyor. Artık seyirciler sadece seyirci olmuyor "seyirci oyuncular" oluyorlar. Bütün seyircilerle ve oyuncularla birlikte oyunu yeniden kuruyorsunuz. Yeni bir hayat inşa etmeye çalışıyorsunuz. Bunu da tiyatroda yapıyorsunuz. "Bu kurmaca birşey," deyip geçebiliriz tabii, ama o kadar değil... Hepimiz zaten belirli roller içindeyiz, belirli dekorlar içindeyiz. Zaten hayatımızda gündelik hayat performansı diye de birşey var. Önemli olan da tiyatrodan sonrada yaşadığımız bu deneyimleri hayata aktarmak. O zaman Ezilenlerin Tiyatrosu büyüyor ve çoğalıyor.
Boal bu yılın tiyatro bildirisini ele almıştı. Nelere değinmişti?
Bu seneki bildiri çok ilginçti. Biz genellikle 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü'nde oynamayız, yani çok nadiren oynarız. Bu sene Gazi Mahallesi'nde oynayacaktık. Bilirsiniz, tiyatro bildirisi okunur o gün oyundan evvel. Bu iş de bana düştü bu kez. Tabii ben de çok duygulandım. Boal'ın bildirisini okumak büyük şerefti benim için de.
Boal, gerçekten de şu anda yaşadığımız politik düzlemde birşeyler söyleyen sanatçılardan biri. "Bir ekonomik kriz var ve bizim yatırımlarımızın yok olduğu söyleniyor. İnanılmaz bir tiyatro dönüyor. Lütfen artık bunun seyircisi olmayalım. Biz aslında o balkonlardaki en arkadaki seyircileriz. Aktive olalım, eyleme geçelim ve bu kötü tiyatroyu artık hayatımızdan çıkaralım" demeye çalışıyordu. Her sanatçının kendi güncelini, içinde bulunduğu yapıyı çok iyi özümsemesi ve çok iyi aktarması gerekiyor. Bu bildiri beni çok etkiledi. Çünkü hepimizi bir yerlerden acıtan bir mesele bu ekonomik kriz. Sonrasını da bilmiyoruz açıkçası. Gerçekten de balkonların en arkasındaki seyircileriz ve hiç birşey yapamayacağımızı zannediyoruz. O yüzden Boal, "Mutlu olmak istiyorsanız cesaretli olun ve harekete geçin, eylemlilik ve mücadele ile ancak bir yere varabilirsiniz," diyor ve bunu sanatla, tiyatro ile birleştirmesi onu çok devrimci kılıyor.
Benim şu ana kadar duyduğum en etkileyici Dünya Tiyatrolar Günü bildirisiydi Boal'ın kaleme almış olduğu bildiri. Tam da ölümünden önce bu bildiriyi yazdı. Bu bildiriyi ondan istemek için bu kadar beklenmiş olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok teşekkür ederim bu soru için. Çünkü Ezilenlerin Tiyatrosu yalnızca Latin Amerika'dakileri değil, elli yıldır dünyadaki pek çok anaakım tiyatrocuyu da çok rahatsız ediyor. "Ne demek Ezilenlerin Tiyatrosu? Böyle tiyatro mu olur?" deniyor. Hiç sevilen bir tiyatro biçimi değil aslında dünyada. Türkiye'de çok az bilindiği için biz şanslıyız. O payı almıyoruz. Bir söyleşide, bir akademisyen söylediklerimi dinleyip "hayır bu tiyatro değil" demişti.
Dünyada çok bilinmesine rağmen birçok yerde kullanılmasına rağmen, hem sol görüşlü olmasından dolayı hem de tiyatronun gerçekten birşeyleri değiştirebileceğini göstermek istemesi nedeniyle anaakım tiyatrocuların hiç hoşuna gitmiyor Ezilenlerin Tiyatrosu. Tiyatroyu demokratikleştiriyor. Aslında, "herkes tiyatro yapabilir demek" çok büyük bir problem yaratıyor. O yüzden aslında bu bildirinin ondan istenmesi için çok geç kalınmıştı, bilerek geç kalınmıştı. Bu sene, nasıl oldu da hangi kulislerle bilmiyorum, -ama tabii rahatsızlığı dolayısıyla da olabilir- Dünya Tiyatrolar Günü bildirisi Boal'dan istendi. Geçen sene de Nobel Barış adayıydı. Augusto Boal'ın en azından sağlığında bazı ödülleri görebilmesi güzel tabii, ama en büyük ödül bence dünyada onun yöntemleriyle çalışılması. Çok mütevazi bir insan zaten Augusto Boal, ödüllerle mutlu olacak biri değil. Ama yine de çok mutluyum tabii ki, "bu sene değil de seneye..." deselerdi herhalde üzülürdüm.
Ben dünyanın artık depreştiğini ve başka bir yöne doğru evrilmeye başladığını, olumlu bir yöne doğru evrildiğini ve bu sene bu bildirinin Boal'a yazdırılmasının, bu sürecin kaçınılmaz bir parçası olduğunu ümit etmek istiyorum açık söylemek gerekirse.
"Ezilenlerin Estetiği" yayımlanan son kitabı değil mi?
Türkçeye daha çevrilmedi. 2006'da İngilizceye çevrildi kitap. Çok etkileyici bir kitap. Artık bu kitapta, Ezilenlerin Tiyatrosu'nu sanatın diğer dalları ile de birleştiren bir estetik bir kuram kuruyor. Ben çevirmek istedim bu kitabı Türkçeye. "İkinci basımı ile uğraşıyorum düzenleyeceğim daha çok şey var, ama kitap Portekizce," dedi. "Çift çevirmen bulsanız," dedim. Andrew Jackson'ı önerdim; çok iyi bir çevirmen ve aynı zamanda çok iyi bir Ezilenlerin Tiyatrosu uygulayıcısı. Gerçekten de son dakikalarına kadar üretmeye devam etmiş bir tiyatro insanı Boal.
"Ezilenlerin Estetiği"ni de kısaca anlatayım. Sanatın her dalını, resim, heykel, edebiyat, müzik bunların hepsini içine alıyor. Ezilenlerin Tiyatrosu gibi pek çok başka tekniği var çünkü. Gazete Tiyatrosu, Yasama Tiyatrosu, İmaj Tiyatrosu, Forum Tiyatrosu... Daha terapiye yönelik olan, içselleştirdiğimiz baskılarla ilgili olan Arzu Gökkuşağı yeni çevrildi. Bu teknikleri de içinde barındıran, ama felsefe, tarih gibi sosyal ve insani bilimleri de içine alan, dayanışmayı, örgütlenmeyi, çoğalmayı da bütünleyen bir estetik kuramı.
Boal'ın şu ana kadar geliştirdiği birçok yöntemi, deneyimlediği birçok pratiği kuramlaştırabilmiş ve bunları birbirinin içine geçirebilmiş bir estetik aslında. Yani Yasama Tiyatrosu ile Gazete Tiyatrosu ya da Arzu Gökkuşağı hepsi farklı farklı yöntemler, ama bunları hayatı anlayabilmek ve analiz edebilmek için bütün olarak görebiliriz.
"Ezilenlerin Estetiği"ni bir ağaç metaforuyla gösteriyor Boal. Kökleri seslerle, kelimelerle, imajlarla beslenen; dallarında çeşitli yöntemlerin olduğu, dayanışmayla birlikte de verimli bir hale gelen, meyvelerini veren ve bir kuşun tohumlarını başka diyarlara götürdüğü bir kaju ağacı. 2006'daki kitapta kaju ağacı diye geçmiyor. Geçen sene Hırvatistan'daki atölye çalışmasında, "Bakın bu bir kaju ağacı" dedi. Ben kajunun ağaçta yetiştiğini bile bilmiyordum aslında. "Neden kaju ağacı?" dedik. Şöyle cevapladı: "Çünkü kaju ağacı çok ilginç bir ağaçtır. Yerin altından köklerini kilometrelerce öteye uzatır ve orada birden bire filizlenebilir. İşte Ezilenlerin Tiyatrosu ve Ezilenlerin Estetiği de böyle bir kuram. Siz Türkiye'de yapabilirsiniz ya da Brezilya'da, ama bambaşka bir yerden filiz verir ve orada o ağaç büyümeye başlar; ve tohumları daha sonra başka yerlere gider." Şu an daha çok yeni. Rio'da çalışılıyor. Biz de yeni yeni çalışmaya başlayacağız "Ezilenlerin Estetiği"'ne açıkçası.
Hırvatistan'da daha neler gözlemlediniz, Augusto Boal ile katıldığınız atölye çalışması esnasında?
Atölye çalışmasında dünyanın çeşitli yerlerinden gelen ve "Ezilenlerin Tiyatrosu" uygulayıcısı, onun ne yaptığını bilen elli kişiydik. O bize olabildiğince bunu nasıl yapabileceğimizi anlattı. Mesela ben şair oldum bir çalışmada. O çalışmanın şiirini benim yazmam gerekiyordu. "Hırvatistan'dayız ve dünyanın her yerinden insanlar var, ancak İngilizce yazabilirim" diye düşündüm. Yarım saatte bir şiir yazmam gerekiyordu ve yazdım. Bana gelip "Türkçe yaz, nasıl yazarsan yaz" dedi. Bu benim için çok ilginç bir deneyimdi. Zaten şiir yazmak yeteri kadar zordu, ama sonunda gerçekten de çok güzel bir şiir oldu ve gerçekten temsil edebildi yaptığımız çalışmayı. Ben şair değilim, tiyatrocuyum ama bir yandan sizin başka yönlerinizi de ortaya çıkartıyor.
O ekip, şairi, ressamı, heykeltıraşı ya da oyuncusuyla birlikte bir bütün oluşturmaya yönelikti. Çok yumuşak ve samimiydi. Tabii yaşlanmıştı ve çok da yoruluyordu. Rio'dan kalkıyor, Avrupa'ya geliyor ve hâlâ bizlerle uğraşıyor. Bizlere birşeyle anlatmaya, deneyimlerini aktarmaya çalışıyor. "Yoruyoruz onu" diye düşündük ve ben gerçekten çok üzüldüm.
"Biz Rio'ya gitmeliydik" diye düşünmüştüm. Sonuçta onun hayallerinin hâlâ varolduğunu görmek çok güzeldi. Aslında çok yakından tanıdığım biri kişi değil Augusto Boal, ama benim hayatımı şekillendiren bir kişi, tabii ki benimle birlikte birçok insanın da. Onunla çalışırken, "Başka bir hayat mümkün, başka bir toplum, başka bir dünya mümkün" diye hissettim. O inanılmaz direnci o yumuşacık yapısında görüyorsunuz. O sizin için çok büyük bir kanıt oluyor. Ben o kanıtı kaybettim diye de çok üzüldüm onu kaybettiğimizde. O yüzden de çok duygusal yazılar yazabildim ancak kendisi hakkında.
Bir ay oldu kendisini kaybedeli, şimdi "neler yapabiliriz?" diye daha çok düşünüyoruz. Seneye Ezilenlerin Tiyatrosu Merkezi'ni kuracağız Türkiye'de. Zaten Hindistan'da, Rio'da, Amerika'da çeşitli yerlerde var. Ben bu sene yine Hırvatistan'a gideceğim ve bunun için çalışmalara başlayacağız. Bence Açık Radyo dinleyicileri bizim neler yaptığımızı daha fazla duyacaklar. Bizim derken sadece Tiyatro Boyalı Kuş'un değil, bir merkez olduğumuzda farklı bileşenleri de olacak. Onu yaşatmanın, kişisel olarak değil tabii, öğretilerini ve tekniklerini yaşatmanın tek yolu onun yöntemlerini uygulamak ve bu coğrafyaya göre uygulamak.
Şu ana kadar neler yaptı Tiyatro Boyalı Kuş, Boal'ın kuramı ile ilgili olarak?
Ben yaklaşık on senedir Augusto Boal'ın kuramı ile ilgileniyorum. Okuyorum. Ben kuramcıyım, bunu pratik olarak da çeşitli atölye çalışmaları ile öğrenmeye çalışıyorum. Ben iki sene yoğun olarak Okmeydanı'nda kadınlarla çalışmıştım. "Ben" diyorum çünkü sonradan Boyalı Kuş'a döndürdük bu çalışmaları. O çok yoğun bir çalışmaydı. Katılanların hepsine sevgilerimi, selamlarımı gönderiyorum. Harika kadın katılımcılarımız vardı, çok çok iyi oyunlar yaptık. Hatta Okmeydanı'ndan , İstanbul içinde, Sultanbeyli, Koca Mustafa Paşa, Ümraniye gibi diğer toplum merkezlerine turneler yapıyorduk. İnanılmaz bir kadın grubuydu açıkçası.
Sonra Okmeydanı'ndaki merkez kapatılınca devlet tarafından, o çalışma sekteye uğradı. Ama Ezilenlerin Tiyatrosu Merkezi'ne onların da geleceğine inanıyorum. Ben daha çok kadın grupları ile çalışmayı tercih ettim. Gölcük'te deprem sonrası Şirin Köy'de Fiskos Kadın Kooperatifi kurulmuştu. Onların talebi üzerine orada bir çalışma yaptık. Daha sonra Boyalı Kuş da Ezilenlerin Tiyatrosu yöntemi ile çalışmaya başladı. Yeşillerle çevre üzerine, farklı farklı gruplarla farklı konular üzerine, mesela çevre mühendisliği öğrencileriyle birlikte çalıştık. Geçen sene martta Agusto Boal'ın doğum gününde, bütün dünya ile birlikte aynı gün, küresel ısınmaya karşı bir forum etkinliği yaptık. O çalışma karma bir gruplaydı. Geçen sene 16 Mart'ta, "İki Dereceyi Beklerken" adlı bir oyunumuz vardı.
Şimdi daha çok eğitim çalışmalarına ağırlık veriyoruz, bizim tekelimizde kalmasın diye. İnsanlar farklı tiyatro teknikleri ile çalışıyorlar, bu tekniğin zenginliğinin de farkında değiller. Bir tiyatrocu iseniz, ya da alanda çalışıyorsanız ya da çocuklarla, gençlerle ya da farklı gruplarla çalışıyorsanız bütün teknikler bütün yöntemler sizi besler. O yüzden eğitim çalışmalarına ağırlık verdik. Teknikleri, farklı farklı zamanlarda farklı şekillerde katılımcılarla paylaşıp küçük bir ağ kuruyoruz aslında. O ağ merkez sahneye dönüşecek diye hayal ediyoruz, Boal'ın dediği gibi.
Ezilenlerin Tiyatrosu'nu Türkiye'de var etmeye çalışarak çok önemli bir iş yaptığınıza yürekten inanıyorum, çünkü tam da bu coğrafyanın ihtiyaç duyduğu bir tiyatro türü olduğuna inanıyorum.